13 Haziran 2011 Pazartesi

Galatasaray Cafe Crown - Fenerbahçe Ülker (Final Serisi 3-4.Maç) Salondan İzlenimler


Final serisinin ilk iki maçını kendi sahasında kazandıktan sonra, rakip sahaya konuk olan takımımız, dördüncü maçta Fenerbahçe geleneklerine uygun şekilde deplasmanda aslan terbiyesini icra ederek 3-1 avantajlı duruma geliverdi.

Haftaiçine denk gelen üçüncü maçta salondaki taraftarının verdiği gazla bütün kapasitesini sergileyerek uzatmada kazanan sarı kırmızılılar bu ortamın verdiği coşkuyla iyice uçuşa geçmişti, seriyi 2-2 yapıp hatta bu geriden gelmenin moraliyle seriyi de kazanabileceklerini dile getirmeye başlamıştılar. Çok kötü geçirdikleri sezon sonunda ellerinde kalan tek tutunacak dal erkek basketbol takımı olunca, yıllarca erkek baskette finallerden uzak kalmış olmaları yanısıra Fenerbahçe'ye karşı branşlarda en azından bir üstünlük kurmaya arzulu haldeydiler.

Abdi İpekçi'de ki maç biletleri hızla tükenmişti, karaborsanın elinde çok bilet olduğu gibi, bedelsiz biletlerde maç öncesi kapıda idareciler tarafından veriliyordu. Üçüncü maça girişi bu şekilde yapmak mümkündü, dördüncü maça ise galatasaraylı arkadaşla biletixten alma fırsatı bulmuştuk. Karaborsada 7 liralık bilet için 20-25ten başlayan fiyatlarla ilgiye göre yükseltiyorlardı.

Nişanlısı ve kız kardeşi ile gelecek olan arkadaşla buluşup, metrobüs ardından minibüsle Abdi İpekçi'ye doğru yoldayken, yolda salona yakın sur duvarlarında birkaç yerde lacivert boyayla büyük harflerle "S.KE S.KE ŞAMPİYON FENER" yazdığını gördük. Herhalde Sinan Erdem'e giden yolda beton üzerine yazı yazanlara cevap vermek istemişler.


Minibüs trafik içinde ağır ağır giderken, yan yoldan katılıp arkamıza gelen araçta sürücünün üzerindeki şampiyon yazılı Fenerbahçe logolu lacivert tshirt dikkatimizi çekti. Adam habersiz midir maç vakti bu yoldan böyle geçiverecek diye düşünürken, bizim olduğumuz minibüs içindeki birkaç kişi daha farkedip işaretler yapmaya başlayınca, yanındaki eşinin ısrarıyla tshirtü çıkartmak zorunda kaldı, arkada oturan ufak oğluna dönüp, bak onlara küfür eden hayvanlara el salla diyordu, atletli haliyle arabayı salon yakınındaki benzin istasyonuna sokup sanırım üstüne başka bir tshirt almak zorunda kaldı.

Tabii bu sahneleri görünce iki sene önceki maçta ufacık çocuğun üstünde Fenerbahçe forması var diye tahrik olup nasıl ağlatarak dışarı çıkarttıklarını da hatırlayıverdik. Tahrik olmak için bahane aradıklarından, dördüncü maç sonunda da Oğuz'un smacı içlerini acıtıvermiş.


Maça bir saat kadar varken sağ taraf kapılarında kuyrukta yoktu, fazla sıkı olmayan bir arama ardından salona girip genele göre daha sakin olan protokol sağ tarafındaki tribüne yöneliverdik.

Salon yarım dolu vaziyetteydi, sahaya şut atmaya çıkan tek tük Fenerbahçeliyi ıslıklamaktaydılar. Yerime otururken yoğun bir ıslık çıkınca kim acaba diye baktım ki genç Berkay'a bile üstünde Fenerbahçe eşofmanı olduğundan aynı muameleyi koyuyordular.

Kadroda olmayan Kinsey çıkış körüğünün orada göründü, ısınmaya çıkan arkadaşlarını yollayıp etrafa bakınıyordu, boksör geldi yoksa geçen sene burnunu kırdığı elemanı mı arıyor diye geyik yapıyorduk.

Oğuz ve Kaya'ya ise sahaya adım attıkları gibi bayağı bir ilgi gösteriliyordu. Emir'de zaman zaman bu küfürlerden nasibini aldı. Maç içinde de bilhassa ikinci yarı kendi takımları faul atarken pota arkasından belli bir kitle bu oyunculara düzenli küfür saydırıp duruyordu.

Uzak pota arkasındakiler sık sık arabeske bağlayıp "21 senelik çile bitsin artık bu sene,sen şampiyon olacaksın..." tezahüratını girmeye uğraşıyordu. Bir tarafta ezeli rakipleri beşte beş yapmak için mücadelede ederken, onlar iki dileğim var ikisi de Fenere koymak diyerek ne hallerde olduklarını şarkılarla sergiliyorlardı.


Saras sahaya çıkıp etraftan gelen tepkileri hiç umursamaz vaziyette topla oynuyordu, rakip takımdaki basketçilerle sohbet ediyordu. Daha sonra sahadaki herkes uğultular eşliğinde tekrar içeri gittiği halde o en sona kalıp serbest atış çalışmasına devam etti,


Takım 20 dakika kala toplu halde resmi ısınma periyoduna çıkış yapınca bütün salon ıslıklar ardından sağlam bir mehter giriverdi, bütün salon ayakta katılıyordu.

Diğer Fenerli tanıdıkların bilet ayarlayıp içeri girdiklerini arayıp haber vermesiyle, galatasaraylı arkadaşın yanından ayrılıp, biraz daha üst tarafta duran onların yanına gidiverdim.
Bu arada koltukların arasından geçerken galatasaray formalı erkek arkadaşıyla tribüne yerleşen, 61 numaralı trabzonspor forması giyen türbanlı bir genç kızı görüverince komiğime gidiverdi.

Ben bizim salona kırmızı giyip gelenlere inat sarı tshirtle gelmiştim, arkadaşın biri de tesadüfen mavi giyince renk uyumu sağladık.



Bizim takımın çıkışından biraz sonra sahaya gelen ev sahibi takım oyuncularıda Fenerbahçeli oyunculara olan ilginin bitişi ardından tribüne çağırılıp alkışlandılar. İçim rahat etmiyor şampiyon olmayınca tezahüratları, içim rahat etmiyor Fenere koymayınca olarak dönüverdi. Üçlü çekip ananın a.... koyayım Fenerbahçe sesleri ile devam ettiler. Isınan oyuncularını teker teker çağırıp selamladılar. Çağırdıkları tutku açık gelince tutku Fenerin a..... s.. diyerek ondan tekrar selam aldılar.


Harun Erdenay canlı yayına katılırken, yanında ise cemal görünümlü tufan vardı. Yanımdaki galatasaraylı arkadaş bu çocuk hani bir kere gittiğimiz maçta takım soyunma odasından çağırılırken duygulanıp ağlayan değil miydi deyince, evet o ama otuzdört sayı fark yediğinden ağlıyordu dedim.

Tribünlerde koltuklara beko logolu şakşak balon paketleri bırakılmıştı, bunları kulüp niye sarı kırmızı yapmaları için ısrar etmemiş ki, böyle takımla alakasız renkler olmuş dedik, gerçi firmanın reklamı için daha dikkat çekiciydi.

Maç öncesi ve devre arasında sahanın boş olduğu vakitlerde cafe crown animasyon ekibi tarafından potaya şut atma yarışmaları düzenlendi, seçilen yarışmacılardan bir kıza mikrofonu verip üçlü çektirme hevesine ortak ettiler.


Tribün maça az bir vakit kala iyice yoğun bir halde doluverdi, pota arkalarında ve Fenerbahçe bench arkasındaki saha içi koltuklar güvenlik kurulu kararınca kaldırılmıştı. Ancak tribünde taraftarların en ön sırada demirlere kadar yığılmasına pankartlar asılmasına birşey diyen yoktu.

Aralarda zorlukla seçilen tek tük özel güvenlik görevlileri ayakta yüzü tribüne dönük duruyorlardı. Nedense bizim kulüp kendi saha maçlarında en ön sıraları boşaltıp belli aralıklarla sahaya dönük oturttuğu güvenlikçilere konfor sağlıyor. Pankart sokup asmak ise ayrı bir çaba gerektiriyor.

Zaten Abdi İpekçi'de protokol tarafındaki tribünlerde az sayıda kişi hariç biletindeki yerine göre oturmaya yeltenen kimse yoktu, tezahürat edecek enerjik kitleler başta maraton tribünü ortasından itibaren salonu çevreliyordu. Yedi liralık biletle saha içi hariç istedikleri yere geçiyorlardı, hatta gs bench arkasındaki kalabalık yığını içinden de bir sürü kişinin saha içi bileti olmasa da oradaki tanıdıkları aracılığıyla aşağıya indiğini zannediyorum, orada kapasite fazlası göze çarpıyordu.


Beceriksiz yalçın dümer tarafından takım anonsları yapılacağı vakit takım ismini söyleyip biraz bekleyerek ıslıkların yuhlamaların girilmesi ardından sessiz bir şekilde oyuncuların isimlerini saymaya başladı.

Kendi takımlarının anonsunda ışık şovu vb. birşey olmasa da ; yaklaşık onbin kişinin aynı anda oley diye alkış tutması güzel bir görüntüydü. Bizim salonda takım kadroları anons edilirken alt tribünlerin yarısı hala boş oluyor, binlerce kişinin salona geç girmesi ambiansı bozuyor.

Oyuncuların isimleri bitince şampiyon cimbombomum ne istersen iste benden... girerek tezahürata koyuldular.



Maçın başlamasına yakın vakitte, altı yedi kişi güvenlik kontrolünden nasıl geçirdiklerini anlayamadığımız pankartı pota arkası çaprazında açıverdi. Bir süre ellerinde tutup etraftakilerin alkışlarla dikkatini çektiler. Merdivenden yukarı çıkıp en tepede asmaya çalışıyorlardı, biz bunu polisler farketmiyor mu nasıl iş diye konuşurken, spor büro polis görevlilerinin hızla yukarı yöneldiğini gördük. Orada pankartı asmaya uğraşanlardan birkaçı kalabalık içinde kayboldu, diğerleri gelen polislerle tartışma yaşarken, pankart katlanıp paketlendi, maraton tribünündekiler de bu duruma sinirlenip yuhlayarak emniyet noluyor gibisinden tezahürat ediverdi. Artık onu içeriye sokanların hepsini götürdüler mi, sonra da yeni yasa çerçevesinde cezalandıracaklar mı bilmiyorum.


Maç öncesi protokol tribününe Fenerbahçeli yöneticilerin geldiği görülünce protesto ıslıkları yükseldi. Kendi yöneticileri ve özellikle haldun üstünel gelince içimizden biri diye ona bir süre tezahürat ettiler.

Zaten maç sırasında protokol yan tarafında yaşanan bir gerginlikte orada ki spor büro polislerinin taraftarları almaması için müdahale ederek bu yalakalıklara prim veriyordu. Biz de onu özlemiştik, caferağa'ya geldiği zamanlarda sataştığımız gibi daha manchester cityden basketbolcu falan getirecekti, adebayor'u alıp fowles formasıyla oynatacaktı.

Bayan basketten bahsetmişken ışıl alben sanırım Ahmet Cömert'te ki milli takım maçından çıkıp gelmişti, maç öncesi protokol tribünü içinde milletle sarmaş dolaş görüntüler veriyordu.
Serinin üçüncü maçına getirdikleri ispanyol alba torrens bu maçta gözükmedi.


Maçın başlamasıyla yoğun bir tezahürat-ıslık düzeni çabasıda başlayıverdi. Yıllardır aynı şeyleri kısır bir döngüde söyleyip duruyorlardı ama bir iki maça gelen rahatlıkla öğrenebileceğinden, burada salona gelen münferit taraftarlarda ayaklanıp aynı coşkuyla tribünden girilen tezahüratlara katılıyorlardı. Tabii bu katkı maçın başabaş olduğu zamanlarda kaldı, maçta bizim öne geçip farkı açtığımız vakitlerde belli noktalar dışında tezahürat eden kalmadı.
Üçüncü maçtaki salon atmosferi maçın gidişatından dolayı daha iyiydi.




Maçın başından itibaren ciddiyetle bu maça hazırlandığımızı hissediyorduk, rakibe taraftar gazını vermeden kontrolü elimizde tutarak oyunu sürdürelim derken; maçın ilk gerginliği Marko Tomas ile shipp arasında yaşandı. Saha içi koltuklar bu tip anlarda olduğu gibi teknik faul isteklerine başlayıverdi.

Birkaç dakika içinde çalınan garip düdüklerle ve bunlara itirazdan teknik faullerle mental olarak dağılma noktasına geldik, hakemler bizim sahada onların koçuna oyuncularına böyle rahatlıkla teknik faul vermezken burada tersine davranıyorlardı. Bu fırsatı iyi değerlendirip sayı farkını açarlarken salondaki coşkuda katlanmaktaydı. Karşılıklı tribünler arası kupaları şirketlere bırakmayalım tezahüratı geliyordu.

Ama ikinci periyodun son kısımında bu yumruklara rağmen nakavt olmadan gene toparlanıp devreyi önde bitirmeyi başardık. Elbette işin bu faslında salondakilerin kendi oyuncularının hatalarına tepkilerine bizde abartıyla katılarak keyifleniyorduk.

Devre arası koridorlar sigara dumanına boğulmuştu, büfeler ise kalabalıkça kuşatılmıştı, bir liralık bardak suların ağzını açarak satıyorlardı.


İkinci devre muhteşem bir geri dönüş yapacaklarını zannedip ümitlenen ama daha sonra hayalkırıklığıyla yıkılan galatasaraylılar... fatih terim'in trtspor'a torpille iliştirdiği kızıda bu seride salondaydı.



Abdi İpekçi'de ki ilk maçta böyle komik sahnelerle teatral yeteneklerini sergileyen oktay mahmudi ikinci maçta da saha kenarında ki performansına devam etti.


Kendisinin maç atmosferi dışındaki hal ve tavırları ile maç içindeki vaziyetleri çok tezat oluşturuyor. Olur olmaz herşeye itiraz ederek hakemleri etkilemek ve taraftarları da provoke ederek lehlerine baskı oluşturmak için bütün çabayı göstersede, sonunda suratı düşüverdi.

O herhangi bir teknik faul almazken bizim koçun her maç cezalandırılmasından dolayı acaba bizim ki bu tiyatro işini tam beceremiyor mu diye düşündüm. Bir diğer beceriksizlikte Sinan Erdem'de rakip bench arkasındaki seyircilerin yeterince etkili tepki baskısını göstermemesi oluyor.



İlk üç maçta çoğunlukla faul probleminden oynayamasa da, genel olarak kötü performansıyla yerden yere vurulan, bu ortamda mental yetersizliği eleştirilen Oğuz Savaş serinin dördüncü maçında ısrarla içeriden oynadığımız vakitlerde bütün konsantrasyonuyla skora büyük katkı verdi.

Aynı şekilde Darius'da üstüste hücum ribaundları takibiyle yaptığı sayılarla etraftakilerden ya bu 12 numara nereden çıktı, durduramıyoruz serzenişlerine yol açıyordu, hatta bir ara sakatlanıp çıktığında herkes sevinip bir oh çekiverdiler.


Serinin üçüncü maçını sürekli skorda yakalayıp öne geçmek için kovalamayla geçirmiştik. Ama dördüncü maçta üçüncü periyotta tıkanıklık yaşadıkları vakitte farkı açarak çift hanelere çıkıverdik. Salondaki atmosfer dozajı düşmeye başladı, maçın büyük kısmını ayakta izleyen protokol yan taraflarındakilerde çökmekteydi.

Dördüncü periyot öncesi tam maraton tribünü pes edercesine yenilgi marşını girmişti ki, Emir topla çıkarken sekiz saniyede yarı sahayı aşamadı, üstüne bir kez daha top çıkartmada hata oldu ki, burada faul olsa dahi hakemler bunca fark varken evsahibinin maça ortak olması adına bazı şeylere göz yumdular.


Abdi İpekçi'de baskı ortamının Sinan Erdem'e göre daha iyi olmasındaki baş faktör bu saha içi koltuklardı. Tribünle saha mesafesi daralıp, sahaya en yakın noktalara yerleşenlerde lümpen tavırlarla maçı izleyen tipte insanlar olmayınca bayağı baskı yaratılabiliyor. Bunun yanısıra özel güvenlikçiler tribün içinde değilde böyle dışında oturtulup taraftarlar rahat bırakılıyordu.
Sık sık ayaklanıp maç heyecanına ortak şekilde reaksiyonlar gelirken, doğal olarak o ortam içinde herşeyi aleyhlerine görüp hakemlere ve bizim oyunculara verilen tepkiler rahatsız ediciydi.


Salondaki bir diğer stratejik nokta olan bench arkasında yoğun bir şekilde birikmiş belli bir grup taraftar vardı. Onlarda maç boyunca ayakta takip ederek, moral motivasyon sağlama çabasındaydı. Takımları iyi oyun ardından rakibe mola aldırarak geldiği vakitlerde tribünün ortası suskunlaşırken onlar bir iki kere rerere rarara girerek kıvılcım yakıverdiler.

Bizim boş dönüp onların doldurduğu hücumlar ardından bütün salon yıkılırcasına ıslıklamaktaydı. Top onlara geçince de saldır galatasaray oley..., bizim için Fenere de koy gibi girişlere bütün salon katılmaya başladı.

Açıkçası bu anlarda atmosfer görülmeye değerdi, geçen sene burada aynı salonda final serisi dördüncü maçında efese karşı 17 sayı geriden gelip maçı çevirdiğimiz çılgın ortama dönmek üzereydi ki sonu benzemedi.


Bu maçta da biz 17 sayı öne geçmişken pes etmekte olan tribünlerin, üstüste hatalar ardından gelen sayılarla canlanması sonrası, iyice baskı yiyerek zorlanan takımımız molalarda toparlanmaya çalıştı.
Tribün bizler inandık sizde inanın... diyerek takımlarını sahaya yollarken bizde katılıyorduk. Ardından haydi cimbom haydi, tam zamanı şimdi diyerek beklentiye girdiler.



Yoğun baskıda, bütün ivmeyi rakibe kaptırmışken, ellerin titrediği anda sorumluluk alarak o zor pozisyonda dipten basketi bulan Emir salondakilerin hevesini kursağında bıraktı, bize de bu çocuk büyük oyuncu olacak dedirtti. Üstüne gene zorla çıkarttığımız topta Ömer Onan'ın boş kalıp üçlüğü sokmasıyla dirençleri kırılıverdi.

Yapılan top kayıplarıyla tutku'ya, girmeyen şutlarıyla haluk yıldırım'a saydırıyorlardı. Faul atışlarında kaçıranlara tepki oluyordu ama belli bir kesim de hemen moral alkışı vermeye çalışıyordu.



Tribünün çeşitli noktalarında kavgalar yaşandığı görülüyordu, protokol tribününde ve karşı tarafta olan kavgalar uzun sürmezken, pota arkasında üst tribünle alt tribünün birbirine girdiği kavgada ortalık biraz karışıverdi. Maç devam ederken bir süreliğine ortamdaki konsantrasyon dağılıverdi, hemen oraya yönelen polisler müdahale ediverdi.


Fark açıldığı vakitlerde salonun tepelerinden başlayarak ayrılanlar merdivenlere yönelmekteydi. Son beş dakika içinde ümitler azaldıkça gittikçe artan bir kalabalıkla salon boşalıyordu.
Biz etraftakilerle dalga geçer gibi yahu bu basketbol, daha uzun süre var nereye gidiyorsunuz diye laf atıyorduk. Diğer arkadaşta bıktım artık her sene her yerde bunlara koyulmaktan diye etrafa sinyal veriyordu.

Son dakika içinde maraton tribünündekiler de atkıları açıp nevizade geceleri girmeye hazırlanıyor olsa gerekti, ama topu getiren adama üç kişi birden saçma sapan pres yapınca boşta kalan Oğuz Savaş aldığı topla smacı basıverdi ve şarkıyı değiştir yapıverdi.

Öyle çok abartılı bir smaç olmadığından ve oyuncu da beden diliyle sakin olduğundan biz farklı birşey düşünmezken ; maç boyu her fırsatta, kendi faul atışlarında dahi o pota arkasından ona küfür yağdıranların bu smacı algılayışı farklı olmuştur. Tribünlerden tepki uğultuları gelirken, sahaya bazı maddeler birkaç parça atıştırdı, oyuncular süreyi eriterek topu sektirerek maçı bitirmeye yönelmişti, birbirleriyle tebrikleşirken bu esnada ne arada olduğunu göremediğimiz bir üçlük sayısı yazıldı, meğersem tutku dayanamayıp atıvermiş.

Her iki takım tebrikleşip ortada toplanırken, yabancı madde yağmuru nedeniyle oktay mahmudi taraftarlara dönerek yapmamalarını işaret ediyordu ama ellerine ne geçtiyse atanların gözü dönmüştü, saha içinde kendi oyuncuları taraftarları dahil kim varsa isabet alıyordu, bizim oyuncular da daha fazla duraklamadan çıkış körüğüne yöneldiler.

Kendi evlerinde kaybedince rakip takımı tebrik edecek değillerdi, Oğuz'un smacı da bahane olmuş oldu. Sonra dört maçta birini uzatmada kazanan kendi oyuncularını alkışlayarak cimbomum sen çok yaşa diye tezahürat girdiler. Bu taraftar sizinle gurur duyuyor derlerken oyuncularda alkışla selamlayarak soyunma odasına yöneldi.

Bizde boşalmakta olan salonda kalabalığa karışmamak için bir süre daha bekledik. Beş dakika falan geçmişti maraton tribününde kalan bin kadar taraftar ile diğer tribünlerde kalan az sayıda taraftar ayrılmayarak cimbombomum buraya diye içeri giden takımın tekrar gelmesini beklediler. İçeriye yönelip onları çağıran menajerler vasıtasıyla bir kısım oyuncu geri gelerek tekrar taraftarı selamladı. Sanırım kadrolu üçlü çektirici Rancik'de oradaydı, üçlü çekerek yenilmez armadanın zaferlerle dolu yılına kendi evlerinde nokta koymuş gibi oldular.

Yolda herkesin smaç sonrası nasıl sinirlendiği Oğuz'a edilen küfürlerden anlaşılıyordu, bizde onlara hani potaya asılıp nasıl koyduk ama diye sallandığı smaç değil mi diye gaz veriyorduk. Adamlar bari baştan farkı koyup geçip gitseydi, böyle çocuğa şeker verir gibi ümitlendirip elinden alınır mı gibi benzetmeler yapıyorduk, sinirli halleriyle aynen öyle diye katılıyorlardı.

Underdog görünen takımlarına yenilmez armada ruhunu etiketleyip, euroleague seviyesinde karşı konulamaz savunmaları yapan takımlarını bu alemin en insanüstü tribün gücüyle destekleyen ve galibiyet halinde Fenerbahçeyi devirip maçı kazandıran taraftar olup; sonra bu takım kendi gözleri önünde madara olunca, fülkere kadro bütçe farkı, sakatlıklar ,hakemler, fenerasyon vs. yüzünden kaybettik demeye getiren gayet kıvrak düşüncelerle kendilerini oyalıyorlar.

Her ne kadar şu son maçların havasıyla kendilerini bir anda kainatın en iyi basketbol tribünü böbürlenmelerine boğdularsa da, bunun dönemlik ve şartlara göre değişkenlik gösterebildiğinin farkında olmaları lazım. Keza aynı salonda yıllarca bizim de çok büyük keyif aldığımız unutulmaz maç atmosferlerimiz oldu.

Sinan Erdem'deki artık doymuş vaziyetteki münferitlerin keyfine göre tribün atmosferine kıyasla; böyle agresif başarıya aç kitle önünde adrenalin pompalayan bir ortamda bulunmak bizim içinde eğlenceli oldu. Çok kontrolsüz bir şekilde küfür ve yabancı madde kullanımına başvurdukları anlar olayın çirkin yüzüydü ama bu iki maçta gayet iyi, baskıcı ve tezahürat katılımı yüksek maç ortamları izledik. Zor bir deplasman olduğunu başından sonuna hissettirdiler fakat karşılarındaki Sarı Lacivert Çubuklu Fenerbahçe takımıydı.

Şimdi aynı ciddiyetle beşinci maçı oynayıp sürprize mahal vermeden kazanmak için Sinan Erdem yollarına düşeceğiz.









Fotoğraf kaynak ; Antu.com , Fenerbahçe.org, Hürriyet.com.tr , ntvmsnbc.com




Hiç yorum yok:

Yorum Gönder