8 Haziran 2011 Çarşamba

Fenerbahçe Ülker - Galatasaray Cafe Crown (Final Serisi 1. Maç - 2. Maç) Salondan İzlenimler


Çocukluğumdan beri erkek basketbolda tanık olmadığım türden galatasaraya karşı oynanacak final serisi heyecanına ortak olmak adına salondaki yerimizi alırken; takımımız ise günlerdir tarihi final diye lanse edilip iştah açan ve yenilmez armada gazlamalarıyla bizim evimize gelen rakibini açık farklı skorlarla geçerek seride 2-0 avantajlı skorla yolu yarıladı.

Biletlerin satışa çıktığı gün, rakip sahadaki maç biletleri de akşama doğru satışa sunuldu. Hem ezeli rakibine karşı kazanılacak şampiyonlukla beşte beş yapma hevesindeki sarı lacivertliler, hem de yıllardır basketbol finallerinde kendi takımını desteklemekten uzak kalmış sarı kırmızılı taraftarlar biletleri hızla tüketiverdi. Her iki salonda da biletler şaşırtıcı şekilde oldukça uygun fiyatta olunca (Sinan Erdem'deki 30 ve 40 liralık biletler hariç) aynı yoğun ilgi karaborsacılardan da vardı.

Salona giderken daha Şirinevler metrobüs durağı içinde karaborsacıların markajı başlıyordu, 15 liralık fiyata olmaz diyene senin için 10 lira olur diye fiyat veriyorlardı. Daha önce hiçbir maçta yol ve salon çevresinde bu kadar karaborsacı/taraftar oranı fazla bir güne şahit olmamıştım.

Şirinevler durağından çıkıp salona doğru giden yola sapınca yerde sarı-kırmızı renkli boyalarla yazılmış kontra yazılar dikkat çekiciydi. Salona doğru ilerledikçe oklarla işaretlenmiş "a....a....s.... şu kadar mesafe kaldı" gibisinden farklı farklı küfürlerle bu maçta yenilmez armadalarının bize yapacağı sözde eylemleri yerlere yazmak için bayağı uğraş vermişler. Ama bu eylemi betona yazarak değil sahada yaparak beceren bizim takım oldu.

Güneşli cumartesi gününde salon çevresi bütün yeşil alanlara piknik yaparcasına yayılmış taraftarlarla doluydu, doğal olarak ortalık çöp içindeydi. Elimizdeki biletlerin gelen tanıdıklara dağıtımı ardından içeriye yöneldik, girişteki üst araması çok sıkı bir kontrol sayılmazdı, bazı kadınların çantalarına bakmadıklarını gördüm.

Bizim takımın kullandığı bench tarafı çıkış koridoru üstündeki yerimize yerleşiverdik. Salonu çok merak ederek eşiyle beraber Tuzla'dan gelen arkadaşım fazla fanatik sayılmazdı, spor olarak genelde basketbolun nba faslını düzenli takip ettiğinden, salonun içini görünce bu nasıl basketbol salonu diye şaşırıp kaldı, tribünlerle saha arası mesafenin uzaklığı ve arada reklam panoları falan olması, basın tribününün pota arkasında genişçe yer tutması dikkatini çekiverdi.

Böyle atletizmden bozma geniş ortamda yeterli baskı kuramadığımızı, hem de salonun kat kat fiziki yapısından dolayı tribün desteğinin de eskiden Abdi İpekçi'de yaptığımıza göre daha zayıf olduğunu anlattım.

Biz salona girerken sahaya çıktığı anons edilen rakip oyuncular kuvvetli bir şekilde ıslıklanmıştı. Daha sonra bizim takım çıkışıyla biraz renklenen ortamda iki pota arkası karşılıklı Sarı-Lacivert tezahüratları yaptı.

Sol tarafımızdaki basın tribünü önünden geçerek localara yönelen Hidayet Türkoğlu'nu farkedince, Hido diye seslenip Türkiye seninle gurur duyuyor haykırmalarına selamlar verdi, pota arkasından da Hidooo Hidooo diye tezahüratlar geldi. Locada yerini alan Hido'ya fotoğraf ve imza istekleri oluyordu, Ömer Onan'ın oğlu da kendi localarından ayrılıp komşu locadaki Hido'nun yanına gidiverdi.

Sakatlıktan dolayı kadroda olmayan Vidmar'da pota arkasında Rasid Mahalbasic ile birlikte oturuyordu, ne zaman yerinden ayrılıp soyunma odasına doğru yol alacak olsa ilgiyle kendisine seslenip el uzatanları selamlayarak geçiyordu.

Mirsad ise iki maçta da bench arkası tribünde Aydın hocanın yanında oturarak başladıysa da, sakin sakin oturmaya daha fazla dayanamayıp maç içinde kendini saha içi koridorlara atarak heyecanla bir ileri bir geri gidip geliyor arkadaşlarını motive etmeye çalışıyordu.

Diğer birkaç kadroda olmayan genç oyuncumuzu daha bench yakınlarında gördüysem de, bu iki maçta da salonda Kinsey'in nerede olduğunu farkedemedim.

Maç başlamadan önce yapılan takım anonsları coşkusu bizim açımızdan çok zayıf sayılırdı. Daha önce Euroleague maçlarında yapılan karanlıkta ışık ve lazer şovlarıyla alevler falan eşliğinde yapılan anonslardaki görsellikten uzak, sade bir ortam vardı.

Anonscu Mustafa Özben'in de sanki hastaymış gibi düşük tonda fazla uzatmadan girdiği isim anonslarında, salondakiler oyuncu soyadlarının çoğunu doğru düzgün bilmeyince çoğunlukla kuru alkışlarla geçiştirildi.


Tribünün belli bir yükü maraton tribünü en üst kat ortasında toplanmıştı, anlaşılan tribün birkaç gündür dillendirildiği şekilde oradan idare edilecekti. Yukarıya bakınca GFB ve diğer tribün gruplarının başlarındaki isimlerin çoğunun orada olduğu gözüküyordu.

Sadece pota arkasında toplanıp tribün yapınca, üst katların çok pasif kaldığını düşünmüş olabilirler ki, maraton üsttekileride tezahüratlara katarak ortamın biraz daha canlı olması için orada konuşlanıverdiler.

Pota arkası koltuksuz tribünde de maraton üstle paslaşacak kadar bir kitle birikivermişti, oraya da GFB alt gruplarından -kendi çevresindeki çocuklar hariç genelde fazla sevilmeyen tiplerden- bir amigo bırakmışlardı. Düzenli olarak salonlarda maçlara gidince kimin ne olduğunu daha iyi görebiliyoruz ki açıkçası Fenerbahçe tribünlerinde daha düzgün karakterde saygı duyulacak isimlerin artmasını ve hakederek ön plana çıkmalarını isterim.

Bu pota arkası taraftar tribününün daha önceki maçlara göre farklı bir rolü vardı, maraton üsttekilerin desturu olmadan birşey giremediklerinden biraz elleri kolları bağlı halde kalmışlardı, sürekli yukarıya kulak vererek ne söylendiğini anlayıp katılmaya, oradan bir karşılıklı tezahürat için pas almayı bekliyorlardı, zaman zaman setteki amigonun yukarıdan gelen telefonla yönlendirildiğini farkettim.

İki noktadan aynı senkronizasyonda tezahürat edilmesi pek becerilemedi, zaten basket maçında da top sürekli el değiştirdiğinden rakibe geçen topla salon genelinden ıslıklar yükselince yapılan tezahüratlar uğultu içinde kalıp gene top bize geçtiğinde ayarı dağılmış hale dönüyordu.


Maçta farkın arttığı süreçte maraton üst ile pota arkasının ve daha sonra salon genelinin karşılıklı lalalalalaylay...şampiyon tempoları ile sergilediği farklı atraksiyonlar eğlenceli görüntülere sahne oldu. Yanımdaki arkadaşın eşi daha önce maça gitmediğinden ne kadar yaratıcılar diye şaşkınlıkla izliyordu. Ama basket maçındaki oyun temposu futbol kadar durağan olmadığından, bu görüntüler dört beş farklı atraksiyondan öteye gidemedi, cep telefonu ışıklı şov kısımlarına kadar uzamadı.


Bizim Fenerbasket tayfasından tanıdıklarımızın da oturduğu Fenerbahçe bench arkası tribünü takımı mola giriş dönüşlerinde moral ve gazlama ile oyuncu değişikliklerinde gelen oyuncuyu alkışlarla takdir etme bakımından stratejik öneme sahip bir nokta olarak göze çarpıyordu.

Zaten salon sporlarında bana göre takıma destek bakımından en önemli noktalardan biri bench arkasıdır. Ama bizim sahamızda bu faktörü yeterince kullandığımızı söyleyemem, orada Aydın hocada oturunca çevresindekiler ona saygıdan fazla heyecanlı aksiyonlar sergileyemiyor.

Hemen yan köşede olup sezon boyu orayı iyi takip edebildiğim için açıkçası o bölgenin daha coşkulu reaksiyon verebilecek kitleyle dolması gerektiğini düşünüyorum. Gerektiği zamanlarda bilinçli şekilde ayaklanıp alkışlayanlar falan olduğu gibi yarım yamalak kalkıp oturanlar, yerinden kıpırdamayanlar falan da çok var. Bana göre bench arkası blokta oturanların yeri geldi mi gaz verip molaya gelen takıma kısa ateşleyici tezahürat bile girecek ve maçı ayakta takip edebilecek yapıda olması lazım.

Aynı salonda aynı bölümde efesliler grubu renkli ve coşkulu bir halde maçı ayakta takip ederek bizim maçlara göre daha farklı bir ortam görüntüsü veriyorlar. (Gerçi onlarda orada oyuncuların kulakları dibinde kulübün verdiği davulları çala çala verdikleri rahatsızlığa tepki gösterilince komik protestolar yapmışlardı) Abdi İpekçi'de de gs bench arkası böyle aktif ve yeri geldi mi rerere rarara girebilen bir toplulukça kuşatılıyor.

Yeni salonda yapı nasıl olacak bilmiyorum ama bu tip stratejik moral motivasyon noktalarının daha renkli ve can verici olması gerekir. Aydın hocamız içinde takımı rahatsız olmadan takip edebileceği daha uygun bir yer ayarlanabilir.


İlk maçın ilk devresi boyunca sürekli tezahürat ederek geçiren maraton üsttekilerin yaptıkları tezahüratlar genelden pek katılım görmüyordu. Bütün salon ayağa davet edilerek yapılan omuz omuza ardından bizim için saldır Kanarya diye girilen maçta zaten skorda sürekli önde olup fark yavaştan açılarak üstünlük gösterilmişti. İlerleyen süreçte söylenen uzun bestelerin hiçbiri katılım görmezken ilk devre tribün idaresi iyi sayılmazdı.

Bir beste söylenirken vazgeçilip laylay...Feeenerbahçeee tezahüratı girildiği anda salonda yaşanan değişim inanılmazdı, uzun süredir tezahürat etmeden maçı izlemekten sıkılan bütün salondakiler doğaçlama şekilde ayaklanıp katılım gösterince böyle ortamların nasıl idare edilebileceğine dair bir fikir oluşturdu. İkinci devre maçın ilk devresine göre biraz daha eğlenceli ve maçın son periyodu ise makara ve sataşma ağırlıklı geçiverdi. Ancak gene de çok iyi bir maç ortamı sayılmazdı.


Tribün ekibi, maraton tribünü üst kat önlerindeki 300lü bloklarda kombineli seyirciler çok olduğundan daha da yukarılara neredeyse salonun en tepesine yerleşmişlerdi. Bu nedenle sahaya olan mesafeleri çok fazlaydı, aşağıdaki pota arkasındakilerle karşılıklı tezahüratlar bile zaman zaman güçlükle yapılıyordu.

Hep inandık tezahüratı yapılırken dahi pota arkasındakilere ses duyurup karşılıklı yapmaları mümkün olmadı, rakip hücumdayken ıslıklar bastırdı. Bu ortamda bu tip karşılıklı tezahüratları mola zamanı yapmak daha mantıklı olurdu.

İkinci devre milyonlarca tezahüratı girilip salon katılımıyla güzel bir şekilde yapılınca bir kez daha girdiler.


Maraton alt tribün ortasında biriken ve ayakta tezahürat ederek takip etmek isteyen bir kitle vardı. Eski tribüncüler ve FBD üyeleri oralarda göze çarpıyordu. Onların ayağa kalkmasından rahatsız olan arka taraftakilerin şikayetleri nedeniyle sık sık güvenlik sorumluları ile yaşanan tartışmalar göze çarpıyordu, güvenlik ve emniyet amirleri oradakileri oturtmak için çabalıyordu.

Sahaya en hakim tribün olan maraton altta yaşanan bu sıkıntılar ve özel güvenlik önlemleri Abdi İpekçi'de olmadığından ve orada maraton kısımı tribün yapmak isteyenlerce doldurulduğundan iki salon arasındaki atmosfer farkı bariz değişik oluyor. Burada salondakilerin tribüne göre profili değişik olunca, genelde bizim kulübün katı şekilde uyguladığı güvenlik kararları da işin tuzu biberi oluyor.

Bunun yanısıra salonun fiziki olarak tribün baskısı kurmaya uzak yapısı da Sinan Erdem salonunun 15bin kişi ile dahi ufacık Caferağa'dan daha kötü bir destek ve baskı ortamı sunmasına yol açıyor.

Zaten ilk maçta skor ortamı erkenden rahat bir havaya sokuverdi, derbi ve şampiyonluk zaferlerine daha doygun olan Fenerliler fazla çaba ortaya koymazken, işin tam ters yüzünde olan galatasaraylıların basketbolda başarıya aç hallerine tezatlık oluyordu. Benim gibi Burhan Felek ya da Caferağa'da tribünün ortasında olanlar bile böyle soğuk salon ortamında tezahürat eden kitlenin içine yönelme isteği duymuyor.

Uzaktan bakınca maraton altta 20-30 kişinin ön tarafta birbiri üstünde sıkışmış halde zıplayarak tezahürat girmeye çalışması komik bir görüntü veriyordu, üst kattaki tribün başka birşey söylüyor, alttakiler başka birşey, pota arkası da ayrı telden gidince tam stadtaki ortama benzedi.


Maç sonuna doğru Fener'le kimse başa çıkamaz diye haykırmak mümkün oldu.



Dört tribün Sarı-Lacivert-Şampiyon-Fener yaptı, atkılar açılıp samanyolu yapıldıktan sonra da son dakikalar nerede kaldı o ezeli rekabet temalarıyla geçiştirildi.
Maçın sonuna doğru salondan ayrılmalar başlamıştı, tabii bunların bir kısmının renksiz rakip taraftar olması da doğaldır.

Maç bitimi oyuncular alkışlanırken, rakip çıkış körüğüne ise uğultu ile tepkiler veriliyordu. Bizim takım henüz ilk maçı kazandıklarını ve serinin uzun olduğu bilinciyle kutlamayı fazla uzatmadan öyle diğerleri gibi üçlüler falan çekmeden, taraftarları alkışlayıp soyunma odası yolunu tutarken
skorbordda 81-59 yazıyordu.

Bizim için işin sıkıntılı kısmı ise salon dışına çıkınca başladı, otoparktan yoğun araç çıkış trafiği bir yana, salondan metrobüse giden yaya trafiği de çok uzundu. Bütün o kalabalığın tek bir üstgeçitten yada arabalar arasından karşı tarafa geçip kitle halinde metrobüs durağına vardıktan sonra ise, gişelerde yaşanan tıkanmayı aşmak biraz zaman kaybı yarattı. Ama bütün herkes cimboma koymanın keyfiyle şarkılar eşliğinde yol alıyordu.


II. MAÇ




Hafta içi pazartesi gününe denk gelen serinin ikinci maçı için salona vardığımızda maçın başlamasına 10 dakika vardı ama dışarıda etrafta bekleşen kalabalıkta binlerce kişiydi, işten falan çıkıp trafiği aşıp gelenlerin salonda yerlerini alması biraz zaman aldı.

Bilette yazan kapıya yönelip kuyruğa takılmaktansa bariyerler arasında bulduğumuz bir boşluktan faydalanıp daha sakin başka bir kapıdan hemen içeri giriverdik, nasılsa görevlilerin elindeki barkod okuyucular için hangi kapıdan girildiği fark etmiyordu.


Gene çaprazda aile tribünü yanında köşedeki yerimizi alırken, bilet satılırken bitmiş olsa da etrafımızda bir sürü boş koltuk olduğu göze çarpıyordu, daha sonra gelenlerle biraz dolduysa da gene de bayağı koltuk boş kaldı. Salonda da bu gibi çok boşluklu yer vardı, ya karaborsacılar yüzünden kimi biletler satılamadı, ya bilet aldıkları halde maça gelemeyenler vardı ya da bileti başka yerden olsa da tezahürat etmek için kalabalıklar içine yönelenler oluyordu.


Tribünde yerimize yerleşip çevredeki diğer arkadaşları yoklarken, iki tanıdığın daha gelmesiyle onlara yerlerini göstermek için ayaklanmıştım ki, biraz yukarıda yanında bir kadınla oturup çekirdek paketine gömülmüş 30lu yaşlarda renksiz ceketli gömlekli birinden oturmam için ikaz geldi. Yahu on saniye ayaklandık arkadaşlara yerini gösteriyoruz daha maçın birinci dakikası olmadı neyi kaçırdınız falan diye bir tartışma başlayacaktı. Böyle insanlarla tribünde karşılaşmak adamın keyfini kaçırmaktan başka birşeye yaramıyor.


Tribün gene ilk maçtaki gibi iki parça halinde yerleşmişti, bu defa maraton alt tribünü ortasında ayakta izleyelim destekleyelim diyen bir topluluk gözükmüyordu. İlk maça göre daha başabaş giden maç ortamında tezahüratlarda buna göre seçilmeye çalışılıyordu.

Takım periyot arasına üçlükle girince hiçbirşeye değişilmez senin sevgin bu dünyada.... diye yukarından giriş yapılmıştı. Zaman zaman yukarıdakilerin ne dediğini söz ve hareketlerinden anlamak tribün kulağı olan biri için zor olmasa da, pota arkasındaki sete çıkan amigo nedense biraz geriden takip edip, orayla aynı anda tezahüratı yönlendiremiyordu, tabii mesafeden dolayı oluşan akustik dağılım da ayrı bir sıkıntıydı.


Mirsad Türkcan gene ilk maçtaki gibi Aydın hocanın yanından ayrılıp bench ile çıkış koridoru arasındaki boşlukta volta atıp duruyordu. Bu maçın ilk devresinin daha başabaş geçmesi onu da herkes gibi bir süreliğine heyecanlandırmıştı. Basket oldukça sevinip tribünlere gaz veriyordu.

Karşı taraftaki tribünde bir ara kavga çıktığı görüldü, zaten salon içinde çeşitli noktalarda gereksiz yere büyütülen meselelerden tartışmalar kavgaya dönebiliyor.


Devre sonuna doğru savunmada aksamamızla rakibe üstüste öne geçme fırsatları sunulmaktaydı. Bu anlara kadar gevşek davranan salondakiler işin ciddiyetini kavrayıp reaksiyon göstermeye başladılar.


Rakip seri boyunca ilk defa öne geçerken Oğuz Savaş'a pota altında faul yapıldığı düşüncesiyle bütün herkes ıslıklarla hakemleri protesto ediyordu. Devre sonunda Ukiç'in giren atışıyla sevinilirken, bu basketin verilmediğini ikinci devre başladığında skorborddan silinince farkettik. (Gerçi eve dönerken yolda konuştuğumuz kişiler arasında bundan hala habersiz olanlar da vardı)

Beraberlik sayısını atarak bitirdik zannıyla takımı alkışlayarak uğurlamak için ayaklanmıştık ama Oğuz kendisine yapılan faulü vermedi diye hakemin üzerine gitmişti. Koç onu sakinleştirip ağzını kapatarak susturmaya çalışıyordu, kaptan Ömer'de alevin içine girerek tartışmalara katıldı. Diğer yanda masanın orada oktay mahmudi çene yapıyordu, taraftarlar yoğun protestolarla sahadan ayrılan galatasaraylı oyuncuları ve koçlarını yolladıktan sonra karşılaşma hakemlerine tepkiler devam etti.


İkinci devre salondaki ortam istediğimiz kıvama gelmişti. Bizler inandık sizde inanın bizim için bu maçı alın tezahüratı ardından giriş yapıldı. Rakibin farkı beş sayıya çıkarmasıyla bir iki dakika bocalandıysa da haydi Fener haydi tam zamanı şimdi üstüne gelen basket ile hemen savunmaya yönelik baskı uğultu bütün heryeri kapladı.

Kanarya Kanarya saldır saldır Kanarya diye gaz verilirken takım ise üçlük yağmuruna başlamıştı. Her giren basket ile binlerce kişi yerinden fırlayıp coşuyor, hemen akabinde defans için takımı ittirmeye başlıyordu. Bu baskı ortamında defansta her topa giren,ribauntlara uzayan eller rakibi iyice sindiriverdi, üstüste gelen üçlük sağanağı ardından gelen molada ortalık inliyordu. Fenerbahçe sen çok yaşa canım feda olsun sana ... Maraton alttan girilen her zaman her yerde en büyük Fener sesleri ile devam etti.


Bütün salon ayağa davet edilip girilen Fener-bahçe Fenerbahçe oley tempoları ile yumruklar rakibin kafasına balyoz gibi inerekten fark bizim lehimize hızla artıverdi. Sık sık laylalayla... Feeenerbahçeee girilerek herkesten geri dönüşüm alınıyordu.
İlk maça da gelen yanımdaki nba sever arkadaş, taraftar öyle bir anda baskı kurdu ki maçın gidişatını çevirdi diyordu.

Zaten maraton üsttekilerde bir taraftar takıma maç kazandırır diye skor aleyhimize giderken etraftakilere hatırlatma yapmıştı. Hatta bir ara oradaki tribün amigolarının bağırmayan taraftar .iktirsin gitsin diye bağırttığını da duydum. Zaten onların ağzının içine bakıp tezahürat girmeye çalışan pota arkasındakiler de bunu duyunca aynısını birkaç defa bağırıverdiler.


Son periyot sık sık 100 100 100 temposu tutulurken katılmamak olmazdı. Zaten orada skor 100 olsa da olmasa da farketmezdi, farkı koymuş dalgamızı yapıyorduk.
Maksat sahada oynayan galatasaray oyuncu ve koçları ile galibiyet ümidiyle salona gelip maçı izleyen seyircilerinin sinirlerini bozmaktı. Zaten bu bağırışlar başladığı gibi daha fazla dayanamayıp merdivenlerden çıkışa yönelenler gözlenebiliyordu. Aynı şekilde televizyon başında sinirle kumandaya el atıp kanalı değiştirenler de olmuştur.
Yani skorun 100 yapılması için çığırtkanlık olarak görmekten ziyade olayı bu psikolojik unsurlarla anlamak lazım.

Rakip yöneticilerin bulunduğu locaya dönen Vip tarafındaki taraftarlar bile onlara sataşmaktan kaçınmadılar, bir anda herkesin o köşedeki locaya dönüp işte böyle her sene böyle ...diye haykırması üzerine bizim kulüp yöneticileri yapmayın diye ricalarda bulunmak için oraya yöneliverdi.


Önceki maçta olduğu gibi dört tribün Sarı-Lacivert-Şampiyon-Fener ve Samanyolu ritüelleri tekrar edildi. Lalalaylay...koyduk mu denilerekten maç sonları coşkuyla geçildi.

Yalnız her fırsatta 100 100 diye bağıran seyirciler, top dolaştırıp süreyi doldurarak buna fırsat vermemek için uğraşan rakip oyuncuları bunca farka rağmen ıslıkla protesto ederek dalga geçiyorlardı. Bu ıslıklar yüzünden yukarıdan söylenen tezahüratları anlamak zor oluyordu.

95-74 lük skorla biten maç ardından oyuncular büyük alkışlar eşliğinde soyunma odası yolunu tuttu, çıkış koridorunun oraya yüklenenler aşağıdan geçen oyuncuları çılgınca alkışlıyordu.
Dışarıya çıkınca bizi karşılayan rüzgarlı serin bir hava oldu, otur kalk yaparak izlenen bizim tribünde dahi terlediğimiz bir ortam olmuştu, ilk maça kıyasla ikinci maçın daha zevkli geçtiği konusunda herkes hemfikir gibiydi.

Gene kalabalık içinde metrobüs durağına doğru yola koyulurken bu sefer siteler içinden rotayı çizdik, pota arkasındaki amigo ve onu abi diye yalamakla meşgul tayfası da Ataköy siteleri arasındaki sokakları küfürlü tezahüratlarla inleterek gidiyordu, herhalde içeride fazla küfür edemediklerinden dışarıda deşarj oldular.

İki maçta da sıfır küfür ve yabancı madde olduğu söylenemez, zaman zaman besteler ile sataşmalı .bne galatasaray gibi melodiler duyuldu. Hatta ben farkedemediysem de yabancı madde olarak belki ikinci maçta devre sonu gerginliğinde bozuk paralar atılmış olabilir.
Ancak bir derbi oynanırken genel tezahüratların %5 i kadar bile sayılmayacak (lacivert ve sarı Fenerbahçe bu alemin kralı.... gibi) küfürlü tezahüratların çoğu diğer tribünler tarafından ıslıklarla sansürlendi.

Eskiden oynadığımız maçlara göre Sinan Erdem'de bu sezon oynadığımız lig normal sezon maçı dahil üç galatasaray maçı da gerçekten şaşırtıcı atmosferlerdi. Hem ulaşılan medeni seviye ile övünebileceğimiz hem de yitirdiğimiz agresif tribün haliyle dövünebileceğimiz iki açıdan bakılabilecek zamanlara giriverdik. Şimdi serinin diğer tarafına renksiz misafir olarak neler yaşanacağını takip edeceğiz.

Fotoğraf Kaynak ; Koskorcuk (voleybask blogspot), antu.com

2 yorum:

  1. Keyifle okuduğumuz salon izlenimlerini fenerbasket'te paylaşmayı neden bıraktın?

    YanıtlaSil
  2. Kerem buralarda yok sanırım,tatile çıkmıştır belki.Yoksa maçlara gider,paylaşırdı.

    YanıtlaSil