2 Aralık 2010 Perşembe

Fenerbahçe Ülker - Cibona Zagreb 100-70 (Salondan İzlenimler)





Bu sezonki yürekten mücadeleleri ve disiplinli oyunlarıyla, sadece taraftarlarının değil basketbolseverlerin de takdirini toplayan ve Euroleague maçlarında bütün herkesi salonlara sürükleyen erkek basketbol takımımız, salona gelenlerin gönlünü hoş edecek bir skorla 100-70 galip geldi.

Rakip tam bir basketbol ekolünden olan Cibona Zagreb idi, ama bu seneki halleri içinde bulundukları ekonomik kriz nedeniyle iç açıcı değildi, bu şartlarda galibiyeti olmayan rakibe karşı mutlak favori olduğumuz maçta salonda 15168 kişi olduğu anons edilmesi çok daha mutluluk verici bir durum oldu. Elbette salondaki atmosfer, maçın gazı Siena seviyesine göre biraz daha düşük olunca ve kafadan kopan skorla, kimi zaman hafif bir ortama dönüşüverdi. Periyotlar ilerledikçe baskı uğultuları azalırken, pota arkasının idaresindeki tezahüratlara katılım da coşku zayıf dalgalı oluverdi.

Salona gitmeden önce, satışa çıkan barcelona maçı biletini alıp metrobüse biniverdim. Ancak taraftar kart uygulaması ile limitli bilet alınabilmesi nedeniyle her ne kadar gene 113 nolu bloktan istediğim yerden bilet alabildiysem de, toplu olarak geldiğimiz arkadaşların ve davet etmeyi istediğimiz başka dostlarımızla toplu halde o ortamda hem eğlenip hem takımı desteklemek yönünden planlarımız bozulmuştu, genel satış zamanı da nasıl yer bulunabileceği belli olmayacak.

Bilet almak için biraz daha erken yola düştüğümden salonun oraya altı buçuk gibi vardım, metrobüslerde ikisinde de oturma fırsatı bulsam da tek başına gitmek sıkıcı geldi. Metrobüsten inip salona yürümeye başladığımız ilk adımda bir karaborsacı bilet var mı diye soruverdi, yol boyu da belli aralıklarla kimisi elinde işporta şapka vs. satanlar olmak üzere başka karaborsacılar da vardı. Hatta on yıldır Kadıköy iskelesindeki biletix dönemlerinden beri tanıdığım meşhur karaborsacı tek göz Ali'yi de gördüm. Artık burada mı iş var deyince, gülerek Fenerliler sağolsun ama asıl işi barcelona maçı yapmayı planlıyorduk ki bu taraftar kart meselesi çıkıverdi dedi, gene de 1000 kadar olmasa da organize şekilde 100 civarı bir bilet çekmeye çalışacağını söyledi.

Üstgeçitin orada da adım başı bilet var diye etrafa duyuru yapıyordu, yahu etrafta hiç mi polis yok, ne kadar rahatlar diye bakınıverdim. Salon çevresine gelince ilk farkettiğim etrafta hiç köfte kokusu-dumanı yoktu, zira anlaşılan zabıtalardan çekiniyorlardı. Daha sonra tek tük cesaret edip gelen seyyar satıcılar oldu, bazılarını farkedip kollarından çeke çeke götürdüler.

Gelecek olan arkadaşları ve biletleri toplu halde alan arkadaşın arabasıyla gelmesini beklerken, etraftaki kalabalık iyi gözüküyordu. Ben en iyisi Ahmet Cömert'in içine girip bakayım dedim. İçeride bacak kadar boylarıyla -tabiren değil gerçekten bacak kadar- maç yapan küçük erkekler okul takımları vardı. Ben izlemeye başladığımda 8-2 Borusan ilköğretim okulu öndeydi. Ataşehir Yıldızları aileleriyle falan biraz daha kalabalık gelmişti, biraz destekle farkı azalttılar. İlginç olan ise neredeyse her iki hücumdan birinin hatalı yürüme düdüğüyle kesilmesiydi, hakemlerden biri hatalı yürümeleri çalıyor diğeri ise faulleri tespit ediyordu. Ufacık çocukların nasıl bir heyecanla oynadıklarını izlemek garip geldi, içlerinde bazıları yetenekleriyle kolayca farkediliyordu, keşke ben de o yaşlarda futbola değilde baskete gitseydim diye içim geçti. Hiç bir karara itiraz etmiyorlardı, zaten on dakikalık iki devre oynuyorlar ve ikinci devreye ilk devreden farklı oyuncularla çıktılar, herkes oynasın isteniyordu. Benchte oturanlar zaman zaman Nba deki gibi defence defence diye tempo tutuyordu. 14-13 Borusan lehine olan skor, ikinci devre Ataşehir ekibinde oyuna giren hafif tombul oyun kurucunun baskıdan top çıkartmadaki sıkıntısıyla 32-13 oluverdi, buna rağmen kimse de o ufaklığa tepki göstermiyordu, bayan koçları değişiklikte yapmadı. Her ne kadar sürekli hatalı yürüme düdükleriyle oyun kesilse de onları bu boylarıyla izlemekten keyif aldım, telefon çalıp arkadaşlar geldiklerini söyleyince oradan ayrıldım.

Dışarısı daha da kalabalıklaşmıştı, ayaküstü konuşarak zaman geçirmeye başladık, bayan basketçilerin ilk periyodu önde bitirdiklerini öğrendim. Bir süre sonra biletler kendisinde olan arkadaş salon çevresindeki trafikten zorlukla sıyrılıp geliverdi. Kapılardaki kuyrukların uzadığını görünce, bizim gireceğimiz kapıda böyle olmuştur, en iyisi o tarafa gidelim dedik. Salondaki bütün kapıları aktif kullanmak yerine dört beş kapıyı dışardan bir kontrol noktasıyla tek yere kanalize edince böyle kalabalık yığılması doğal olarak kaçınılmazdı. Geniş alana yayılan kuyruktan sağdaki fazla ilerlemiyordu, soldaki ise kalabalık gözükmesine rağmen sanırım aramaların üstünkörü yapılması nedeniyle daha hızlıydı. Oradan içeri giriverdik, gene sadece bir tarafa bayan polis koymuşlardı, bizim kuyrukta duran bayanları arama noktasına gelince diğer kuyruğun önüne yönlendiriyorlardı, bu garip garip uygulamalar düzeltilmezse daha kalabalık olacak olan barcelona maçında millet maç başladıktan sonra anca yerini alabilir. Halbuki içeri girince etrafta boş boş duran polis toplulukları göze çarpıyor, o zaman millet neden yan kapıları da açmıyorlar diye sorgular oluyor.

Koltuksuz taraftar tribünü ile maraton tribünü arasında alt çaprazda kalan yerimize geçiverdik. Maça yarım saatten az zaman kalmıştı ve etrafta çok boşluk vardı, dışarıda da içeri girmek için kuyrukta olan yüzlerce taraftar. Salona girince dışarıya kıyasla göz alıcı olan ferah aydınlık ortam insanı bir başka ruh haline sürükleyiveriyor. Sahada oyuncular ısınmaktaydı, ilk göze çarpan onların arasında Marko Tomas'ın olmayıp kenarda oturmasıydı. Maç sonrası kendisiyle konuştuğumda hasta olduğunu söyledi. Yeni transfer sütlü çikolata tonundaki Sean May yanında daha da sütlü tonda bir bayanla beraber reklam panoları arkasında, Engin Atsür'ün yanında oturuyordu. İbrahim Kutluay yakınlardaydı, boynundaki kravattan bunalmış olsa gerek, yada canlı yayından yeni ayrılmış olabilir ki kravatını çekiştirerek çıkartıyordu, etraftan kendisine bağıran taraftarlara selamlar veriyordu.

Sol tarafımızda kalan taraftar tribünü gençlerle dolmaktaydı, ama bu sefer etrafta sopalı bayraklar yoktu, davul getirdiklerini gördüm. Alt kattan yukarılara bakınca sanki oralar daha dolu gözüküyordu, vip ve maraton tribünü stadaki gibiydi, maç başlayana kadar hatta maç başladıktan sonra biraz daha doluluğa erişebildi, oralarda bilet-kombinesi olduğu halde gelmeyenler çok oluyor.

Maç öncesi bugün oynanan bayanlar euroleague müsabakasında.... şeklinde başlayan anonsla beraber herkes kulaklarını dikiverdi, bu sefer skoru bilmediğimden anonsun sonundaki rakamları heyecanla bekleyenlere katılıverdim. Maçı bayan basketbol takımımızın 79-77 kazandığı alkışlanırken, skorun bu kadar yakın olması ile şaşırıp acaba son anda mı kazandık deyiverdik, aslında takımın yorgun olduğu dönemde, en zor eşikleri aşmışken zor bir maç olmasını bekliyordum. Hemen telefonla iletişimlerden maçın bitimine yedi saniye kala gerideyken Taurasi'nin akıllıca bir üçlük faul yaptırdığını, o şekilde kazandığımızı öğrendik.

Saha içinde engelli olimpiyatları kafilesinden olan bir grup sporcu anons edilince, hepberaber ayaklanıp alkışlar kopuverdi, daha sonra onlar saha içine vip önüne özel yerleştirilmiş koltuklarına oturdular. Dışarda elindeki biletleri vereceği kişileri bekleyen arkadaşlarda geliverince, hala kuyruklar olduğunu, polisin kendisini karaborsacı zannedip götürmeye kalktığını gülerek anlatıverdiler. Maça dakikalar kalmıştı ama anlaşılan salondaki geniş boşluklar ilk periyod boyu dolmaya devam edecekti. Bizim olduğumu blokta da bir sürü boşluk vardı, önümüzdeki koltuk sırasına kimse gelmedi. Taraftar tribününden bu tarafa geçmek için bariyerin üstünden atlayan adamın ön taraftaki gencin sırtına gelen uçan tekmesi tam komedi oldu.

Oyuncular anons ediliverdi, Gappie'nin olmayışı üzücüydü, kenarda seyredenler arasında bile yoktu, maç sonrası Ertuğrul hocaya Vidmar'ı sorunca Almanya'dan tedaviden yeni döndüğünü söyledi. Alkışlanan oyuncular sahaya dizilirken, yanımdaki arkadaş 12000 kişi var herhalde dedi, ben daha fazladır 13500 diye artırdım, arkadaki sonradan gelen arkadaş dışardakilerle 15000 olur dedi.

Amigo Yücel sete çıkmıştı, salondakiler kasap havası için ayağa davet ediliyordu, geri sayım sonrası çokta güzel olmayan bir laylay yapıldı, salonun alt katlarında hala büyük boşluklar vardı. Top rakibin eline geldiği gibi uğultu,ıslık,düdük sesleri ortalığı çınlatmaya başladı. Bizim hücumlarla beraber bizim için saldır Kanarya diyerekten maça hızlı bir giriş yapıverdik. Oyuncular salondakilerin bu iştahını sahaya yansıtırcasına seri oynuyordu, Güzel sayılar, smaçlar, defanstaki çabalar derken fark açılıverdi. Lavrinovic'in yaptığı pas hatası herkesi güldürdü, herhalde orada saha içinde koltuklarında oturan beyaz tshirtlü engelli sporcular forma algısı yaptı.

Bir ara arkadaş Aydın Hoca nerede oturuyordu deyince gözlerimizle onu aradık, ikinci sıradaki yerindeydi, arka çaprazında Fenerbasket familyası gözden kaçmadı. Prokotokole doğru göz atınca sade gömlekli haliyle spor takılan başkan gözüküyordu ama Aykut Kocaman'ın da maçta olduğunu farkedemedim, herhalde Caferağa'daki maçtan sonra deniz taksiyle geçiyorlardır, yoksa nasıl yetişilir dedik. Maraton tribünü ortalarında yerleri olan FBD'lilerin bir kısmı görev dağılımı yapar gibi Caferağa'daki maça gitmişler, bir kısmı buraya gelmişti.

Üstüste gelen sayıların verdiği coşkuyla bir süre toplu halde tezahüratlara katılımlar oldu, üç alkış tempolu Fenerbahçe sen çok yaşa...darağacında olsak bile... saldırsana Kanarya,bizim için Cibona'ya koysana gibi tezahüratlar dönüverdi. Hakem kararlarına tepkiler, rakibe baskılar bizim oyuncuların skoru açması için motivasyon oluyordu. Herhalde rakipten geçen senede takımda olanlar, yahu biz geçen senede geldik İstanbul'a, aynı takım değil miydi, bu manyak taraftar nereden çıktı diye düşünmüştür.

Kaya'nın 1000. sayı anonsu alkışlanıyordu, ulan sayıların %95ten fazlasını başka takımlarda yaptı adam diyordum. Daha ilk periyottan hoca Erbil'i oyuna sokunca herkesi şaşırttı, ama bu olumsuz anlamda değil aksine çok mutlu olduk. Erbil'in her yaptığı hamle alkışlanıyordu, ne yazık ki sayı bulamadı. Emir erken faul problemine girdi, bir ara koç kenara çekti azarlayarak sonra tekrar oyuna yolladı, üçüncü faulünü yapınca kenara geldi, oturduğu yerden hakeme saydırmaya başladı, daha az süre almasına sebep olduğu için sinirlenmişti.

Periyot bitimi pota arkası tezahürat yaptırmak için ayaklandırmak istiyordu ama hoparlörlerden yükselen Fenerbahçe Marşının Nesrin Sipahi versiyonuydu, buna bütün salon keyifle katılıyordu. Sonra ayağa kalkmayan cimbomlu olsun sesleriyle herkesi sıkıştırmaya başladılar, milyonlarca taraftarın yanyana... diye haykırılaraktan maça devam edildi.

Bir ara bench arkasında yere uzanıp ağrısı olan bölgelerine masaj yaptıran Kinsey oyunda döktürmeye başladı. Can Maxim'de maça dahil olup, gençlerle oynayan Cibona'ya bizim de gençlerimiz var denmekteydi, akıllara gelen Enes Kanter'e ise arada birkaç laf sokuşturuverdik.

Pota arkası ikinci periyot içinde birkez daha ayağa davetiye yolladı, yan taraf diyerek maraton tribününe işaret yapıyorlardı. Biz de ayaklanıp ne tarafa uyacağız diye düşündük, karşılıklı Fenerbahçem benim, biricik sevgilim yapıldı. Sonra vip tribüne numaralı diye seslenerek yöneldiler. Oyunun rahat bir seviyede gittiği anda yapılan karşılıklı tezahüratlarla bir süre idare edildi. Sahadakilerde gayet verimli oynamaya devam ediyordu, taze damat Oğuz'da sahadaydı. Rakipten Marko Tomas stilindeki genç Bogdanovic haricinde tehdit unsuru biri yoktu.

Fark açılınca salonda tezahüratlara katılımlar zayıfladı, bir süredir pota arkası kendi çalıp kendi oynamaktaydı. Yirmi farkla devre olmasıyla ayaklanıp önümüzdeki koridordan giden oyuncuları alkışlayıverdik. Yapılan anons ile 15168 kişi olduğu söylenince oha dedik, bunca boşluk var ama demek ki üst katlar bayağı dolu. Skorbord arkasında kalan kısımlarda da Siena maçı gibi biraz boşluklar vardı.

Sahada bir yarışma vardı ama geçen maçtaki kadar animasyon eğlence olmadı, yada biz konuşmaya daldık ben farkında olmadım. Gelecek hafta tanıdıklara biletleri nasıl ayarlayacağız diyorduk, maraton ile vip bitmiş diyorlardı. Bizim benche bakınca Darius hala oradaydı yanında bir iki oyuncu daha oturuyorlardı, upuzun bacağını uzatıp reklam panoları üzerine dayamıştı.
Skorbordda ve panolarda İhe -İstanbul halk ekmek- reklamlarını görünce, biz herhalde salon kirasına karşılık belediyeyle böyle reklam anlaşması yaptık diye düşündük, geçen maç ido reklamları dönüyordu.

İkinci devre başlarken salonda gene büyük boşluklar vardı, millet büfelerden tuvaletlerden dönememişti, büfelerin fiyatları ilk zamana göre daha uygundu, en azından stadta iki lira olan bardak su burada elli kuruşa alınabiliyor. Pota arkasından yükselen Fenerbahçem sen çok yaşa... sesleriyle devre başladı. Anonscu skordan dolayı klasik moral alkışı istemeye gerek duymadı, diğer yandan Mustafa Özben ise Caferağa'da olsa gerekti. Sean May ve kız arkadaşı yerinde gözükmüyordu.

Bir ara uyuşuk tempoda girilen tezahüratlar salona yayılamıyordu, millet bu defa Siena maçı kadar pek katılımcı değildi, yarısı ıslıklarken yarısı tezahürat eden ama çoğunluğu maçı izleyen bir haldeydi, arada bir alkışlı kısımlara uyuluyordu. Ama bu uykudan uyandıran Kinsey oldu, Tarrance orta sahadan koşuyla aldığı pasla direkt potaya yönelip muhteşem bir smaç bastı, üstüne tribünlere doğru yumruklarla gazı da verince herkes ayaklanıverdi, alkışlar kopuyordu. Tuvalete gittiği için smaçı kaçıran arkadaşı Jordan bile böyle basamazdı diye kızdırmaya başladık.

Tribüne gazı veren Tarrance onlardan kendisine yansıyan coşkuyla iyice kanatlanıp sürekli potaya yönelmeye başladı, üstüste fauller alıyor sayılar buluyordu. Yalnız faul atışlarında pek becerikli bir gününde değildi. Bu faul atışları sırasında pota arkasında hafif tempoda devam eden tezahüratların şşşşt sesleriyle kesilmesi sanki oyuncularda daha fazla baskı yaratıyor gibime geldi. Oluşan keskin sessizlikte çok önemli olmasa da bir sürü faul kaçtı, bence bu işi en iyisi oyunculara sormak lazım, ama bu sefer aklıma gelmedi.

Sahadan spektaküler işler çıktıkça tribünler biraz kıpırdayıverdi, Fe-ner-bah-çe oo oo o o tempoları kolay olduğundan herkesçe yapılıyordu, bir ara gene ayağa davet geldi, aslında herkes dört tribünlü tezahüratı bekliyordu ama her işin bir sırası vardı. Giren çıkan oyuncular alkışlanaraktan son periyoda başladık. Etrafta elinde kameralar,telefonlar tribünleri çeken genç yaşlı bir sürü kişi vardı.

Nihayet dördüncü periyot klasiği Sarı-Lacivert-Şampiyon-Fener yapılacağı pota arkasının dört tarafa yönelen parmak işaretlerinden anlaşılıyordu. Aklım yıllar öncesine 98-99 da ki Cibona maçına gidiverdi, hatırladığım kadarıyla düşük skorlu bir maçtı 66-61 olabilir, lise öğrencilik halimizle Abdi İpekçi'de tam maraton tribününde bağıranların arasına girmiştik. Bir ara parmaklarıyla göstererek Sarı-Lacivert-Şampiyon-Fener diye düşük sesle bağırdıklarını duyunca yahu maçta fark azken bu ne biçim tezahürat böyle diye düşünmüştüm. Bilmiyordum ki, meğersem bu bütün tribünlerin ne bağıracağının organizasyonuymuş. O gün mola olmuştu, birdenbire bizim olduğumuz kısım bir-iki-üç Sarıııı diye bağırınca arkadaşla ne oluyoruz yahu dedik, yandan Lacivert, karşıdan Şampiyon, diğer taraftan Feneeer haykırışları Abdi İpekçi'yi nasıl inletiyordu, uzun süre kesilmeden yapılmıştı, tüylerimin diken diken olduğu aklımda kalan tribün anlarından biridir.

Gene bir Cibona maçı aradan 11 sene falan geçmiş, karşımızda daha zayıf krizde olan bir versiyonuna karşın, gene kendi sahasını taraftarlarıyla rakiplerine dar ettiği günlere dönen Fenerbahçe. Sarı-Lacivert-Şampiyon-Fener sesleri dönüverdi, sonrasında oooley oleyoleyoley şampiyon Kanaryaa sesleriyle herkes atkıları sallayarak doyumsuz sahneleri tamamladı. Yetmedi üstüne samanyolu yapılmaya başlandı. Bir baba hindi de yaptılar ama en sağdakiler bir fake yedi, herhalde pek tecrübeleri yoktu.

Sonra kalan boşlukta ne yapacaklarını kestiremediklerinden olsa gerek oyunculara tezahürata başladılar. Önce benchte ayakta durarak sahadakileri izleyen Mirsad Türkcan'a yönelen ilgiye gülüp alkışla karşılık verdi. Sonra Ömer Onan tezahüratları yükseldi, ardından Oğuz Savaş derken valla skorborda bakmayalı o kadar uzun zaman olmuştu ki, ne zaman salondan 100 100 100 sesleri yükseldi o vakit 93 sayı attığımızı görünce şaşırdım, maçın sonuna da az birşey kalmıştı.

Sahada gençlerle karışık bir takımla son dakikaları oynuyorduk, atılan sayılarla alkışlar sonrası 100 100 100 temposu gene artıyordu. Salondan son beş dakikada ayrılanlar olmaktaydı, açıkçası güzel bir bitişi kaçırdılar. Damat Oğuz'dan geline bir üçlük takıldı ve maç taraftarın da istediği rakamla bitince herkes gene coşkuyla zıplayarak tezahürat ediyordu. İşte böyle hafif bir maçta dahi güzel smaçlar, bloklar, 100. sayı vb. detaylarla süslü atmosfer ; maça gelenlerin keyiflenmesini, o ufak çocukların heyecanla tekrar gelmek istemelerini, Fener diye haykıracak geleceğe yönelik daha bilinçli taraftar topluluklarını yaratabilmenin önünü açacak gelişmeler oluyordu.

Takımımız alkışlarla saha ortasına toplanıp Fener çekti, pota arkası maç bitimiyle takımı çağırmaya başlamıştı ama müzik gürültüsünden duymadılar. Oyuncular çıkarken alkışlayıp bravo diye bağırıyorduk, salon hızla boşalıyordu, en son koçun da koridora yönelmesini bekleyip ona da alkış tutup bizde çıkışa yöneldik.

Koridorda kalabalık içinden dışarıya dökülünce, arkadaşın diğer tanıdıklarının da gelmesiyle arabaya sıkışıverdik ama park yerinden çıkması için bayağı zaman kaybedeceğimizi anlayınca, tekrar dışarı dökülüverdik. Salondan ana yola giden iki taraftaki çıkışta da feci bir trafik vardı. Oraya kuyruk olan araçlar farklı yerlerden dar çıkışa doğru sıkışıyorlardı.

O tarafa doğru bakınalım derken meğersem o bariyerlerle çevrili alanın takım araçlarının olduğu kısım olduğunu farkettik. Oyuncuların bazıları dışarı dökülmüştü. İlk gördüğüm Marko Tomas olunca yanına gidip, "Marko nasılsın,bugün oynamadın, bir problem mi var, sakatlık?" diye sorunca yok dedi elini boğazına götürüp hastayım,grip olduğumdan bu maç dinlendim dedi, hee o zaman biz senden uzak duralım diye şakalaşıp iyi akşamlar dedik.
Emir'de çıkmış telefonla birini arayıp etrafta bulmaya çalışıyordu,onunla konuşamadım. Oyuncular ve teknik ekip oradan çıkıp aileleriyle,arkadaşlarıyla arabalarla ayrılıyordu. Bu trafikten ne zaman çıkarız derdine düşecekken, burayı keşfedince zaman hızla akıverdi.

Ertuğrul hoca hemen yan tarafımızda elinde askısı içinde takım elbisesini tutarak birileriyle konuşuyordu. Onun konuşmasının bittiğini görünce, hocam,tebrikler,biz arkadaşlarla Vidmar'ın durumunu merak ediyoruz deyince; "Vidmar biliyorsun sakatlandı, maalesef sezonu kapattı" dedi.
-Evet hocam ama salonda da göremedik,ondan merak ettik, yani burada mı, salona da gelemeyecek kadar kötü durumda mı acaba dedim. "yok o kadar değil ama tedavi için Almanya'daydı, dün döndü biraz yorgunlukta var üzerinde, o bir süre koltuk değneğiyle destekle idare eder,gelir bir dahaki maçlara" dedi.
-Peki yeni oyuncu Sean May ile anlaşma imzalandı mı, bir şüphe problem yok değil mi dedim. "Evet imza dün atıldı, oyuncuyu izledik, sağlık kontrolleride olumlu çıktı".
- Nasıl yararlanabiliriz,sizce faydalı olacak mı dedim ; "ekip olarak izlenimlerimiz olumlu, Vidmar gibi değilse de daha farklı rotasyonlarla verim alabiliriz diye düşündük, bakalım hayırlısı olur inşallah" deyince inşallah hocam size güveniyoruz,başarılar deyip yanından ayrıldım.

Tarance Kinsey gözüktü, bizim gibi arabalarından inip trafikte sıkılanlar onu farkedince resim çektirmek istedi. Biz de arkadaşlarla onu tebrik ettik, bugünkü smacın harikaydı, -arkadaşta ekledi ben kaçırdım göremedim,eve gidince yatmadan tekrarını bekleyecem deyince, biz biraz daha gazladık- herhalde euroleague'de haftanın hareketi seçilir dedim. Tarance gerçekten mi, hangisi ilki mi, ooh o kadar güzel miydi dedi, bize teşekkür etti. Diğer taraftarlar da seni çok seviyoruz falan diye lafa girdiler, Tarance "ben de buraya bayılıyorum, ambians böyle güzel olunca insan daha enerjik oluyor" dedi, sonra görüşmek üzere deyip kendisini çağıranların yanına gitti.

Ömer Onan çıkmıştı, eşi ile ve başka arkadaşlarıyla geçiyordu, ilgi gösterenlere teşekkür ediyordu, resim çektirmek için millet arabalarını bırakıp yolunu kesmeye başladı, kimseyi kırmadan poz veriyordu. Bizim arkadaşın tanıdığı olan çiftte ilk defa bir maça getirdikleri 2 yaşındaki oğullarının Ömer Onan gibi bayrak adamla resmini çektirme fırsatını buldular, ufaklık için ileride duyacağı güzel bir anı oldu.

Nedim Karakaş ile eşi hemen dibimizdeki araca binmek için gelince, Nedim bey birşey sorabilir miyim dedim, eşini arabaya bindirip benimle konuşmaya başladı. -Haftaya oynanacak barcelona maçı biletleri...- deyince "Biletler bugün satışa çıktı,gecikmeden alın" dedi. -Evet zaten buraya gelmeden önce bir tane aldım ama...- "Bak iyi ki erken davranıp sıkıntıya girmeden almışsın, sonra çabuk tükenebilir" dedi.
-Şöyle bir durum var hem her blok satışa çıkmamış galiba,hem de biletlerin fiyatı artırılıp taraftar kartına limitli satışa çıkartılmış, bu durumda biz ailelerimizle,arkadaşlarımızla bilet almaya kalkınca şimdiye kadar olduğu gibi toplu oturamayız,biletler farklı yerlerden olup dağınıklık olacak, bunların limitleri niye bu kadar düşük tutuldu ki- dedim
"aslında o konuları hiç bilmiyorum,hangi karta kaç bilet falan haberim yok, yöneticiler bilir ama siz bilet varken alın, farklı yerlerden de olsa, sonra başkalarından rica ederseniz yer değiştirir bir araya oturursunuz,biraz sıkışırsınız falan,yapacak fazla bir şey yok ne yazık ki,bu maça ilgi çok olacak" dedi.
-öyle diyorsunuz ama bu salonda bu yüzden çok tartışma yaşanabiliyor, karaborsacıları engellemek için mi böyle bir uygulama oldu bu sefer, çünkü hem Siena maçı hem bugün etrafta çok fazla karaborsacı vardı bu satış uygulaması gelecek maçlarda da böyle olacak mı, hem fiyatlar hem de kart önceliği açısından?- soruma ;
"Ehh tabii ki karaborsadan hoşnut değiliz, biletlerin karaborsaya gitmesini arzu etmeyiz, sonra içerde böylesine güzel ortam varken,dışarda neden onlar para kazansın, gelsin kendi taraftarımız şimdiye kadar olduğu gibi takımı desteklesin istiyoruz, kombineler satılsın, belli bir bilinçli seyircimiz olsun ne güzel olur değil mi...bu fiyatlar her maç böyle olmayacaktır, özel durumlarda herhalde böyle olur, genelde önceki gibi satılır"
- Kombine satışları da bugün bitti sanırım, süre uzatılacak mı acaba-
"Yook, süre bitmedi, herhalde 15 Aralık tarihine kadardı"
- Yalnız Nedim Bey her istediğimiz yerden kombine alamıyoruz, mesela benim kombine almak istediğim 113-114 nolu blok kombine satışlarında yok..-
"Neresiydi orası"
-Takım bench arkası çaprazda,aile tribünü ile taraftar tribünü arasında..-
"Hmm tamam anladım, orası galiba aile tribünü nedeniyle öyle ayarlanmıştı, belki oradakilerin ilgisi artarsa yayılmaları için, sen gene bir daha soruştur kombine merkezinden.."
-Peki, o zaman onu araştırırım, bunun dışında salona girişlerde sıkıntılar yaşanmakta, bir çok kapı olmasına rağmen neredeyse 5-6 tane giriş kapısından bileti olanları bir noktadan içeri alıyorlar, bugün de çok yığılma vardı, işten trafikten geciken taraftarlar bir de kapılarda tıkanınca geç giriyorlar, haftaya daha da sıkıntı olabilir...-
"Evet,bak bu konuda bugün şikayetler duydum, gelecek hafta için düzenleme yapmak lazım"

Sonra iyi akşamlar faslıyla gidiverdiler, bizim araba yaklaşabildi mi acaba diye bakınıyorken, Ertuğrul hoca da gitmekteydi, bize dönüp iyi akşamlar arkadaşlar diyerek saygıyla vedalaşması hoşumuza gitti. Bizim araçta yola girmişti, hemen içine atlayıverdik, arabadaki ufaklığa Fener diye bağırmayı öğreterekten yol aldık.


Maç öncesi girişlerdeki yığılmalar

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder