3 Şubat 2011 Perşembe

Fenerbahçe Ülker - Zalgiris Kaunas 80-72 (Salondan İzlenimler)


Takım ve taraftar üzerine çöken rehavet bulutlarının gölgesi eşliğinde başlayan maçta, sakatlıklardan kadroda olmayan oyuncularımızın da eksikliğini çok hissediverdik. Sonuçta top16 grubunda 3te3 yaparak avantajlı pozisyonumuzu korumayı başardık.

Salona giderken biletlerin tükendiğinden haberim yoktu, telefon edip fazladan bilet var mı diye soran arkadaşlar olunca gişeye bakayım dedim, salon önüne vardığımda gişe camlarında tüm biletler tükenmiştir yazıları yapıştırılmıştı.

Saat 7.20 civarı içeriye rahat bir giriş yaptık ama gene bilette yazan kapılar kapalıydı, zoraki olarak yan tarafa yönelmek gerekiyordu, herhalde yarım saat geç gelsek bayağı kuyruğa takılırdık, zira 10-11 nolu kapıları taraftar tribününe girenlerde kullanıyor.

İçeride derin bir sessizlik hakimdi, koridordan salon içinde gözüken kısımlarda bomboş gibiydi, bu boş haline rağmen belki de içeride küçük çaplı 3000 kişilik bir salonu dolduracak kadar kişi vardı.

Arkadaşla beraber önce Fenerium standına doğru uğrayıp bakıverdik, bana mavi forma üzerindeki ülker yazısı kırmızı olmadığı için daha hoş gözüküyordu, çubukluyu sevsemde üzerindeki kırmızı ülker reklamı işi bozuyor, bu sezon sürekli giydiğimiz beyaz forma üzerindeki kabartma kanatların yakından bakılınca güzel görünmesine rağmen sarı-lacivertli bir takımın Fenerbahçe olduğunu hissettirmemesinden dolayı her maç bunu oyuncuların üzerinde görmekten bana gına geldi, ben uğurlu geliyor vs. gibi şeylere de takıntısı olan biri değilim.

Her bedene uygun üretilmiş formalar 57 liradan satılıyordu, Fenerbahçe Ülker uzun kollu tshirtleri ise 39 liraydı, bu kadar pahalı tshirtler satarlarsa kimsenin alıp giyeceği olmaz.

Oradan büfeye doğru yol alırken Fenerbasket tayfası ile karşılaştık, ayaküstü benim de zaman zaman eleştirdiğim anonscu ile ilgili değişikliği konuşup yerlerine uğurladım. Benimle de tanışmak istediğini söyledikleri eski anonscu ile ne yazık ki tanışma fırsatımız olamadan yollar ayrıldı.

Yanımdaki arkadaşla büfeden çay ve yanına bisküvi alıp yerimize gidelim dedik, büfede ülker ürünleri harici birşey satılmıyor, belediyenin bardak hamidiye suyunun tadını ise beğenmesem de başka alternatifte göremedim.

Tribüne girince 10 dakika içinde salondaki insan sayısı birkaç bin kişi artmış gibiydi, animator maça erken gelen taraftarlarımıza hediyeler sunmak istiyoruz diyerek etrafta gezerek portatif potaya basket attırmaya başlamıştı. Animatör çocukta değişikti, bbg ali zevzeği değildi, bütün tribünleri gezip özellikle çocuklara topu vererek tribünden basket attırıyor, Fenerbahçe Ülker yazan şapka hediye ediyordu.

Bizim tanıdıklarda içeri girip yanımıza geldiler, Vidmar hayranı arkadaşın yanında 8-11 yaşlarında iki küçük yeğeni de vardı. Animatöre işaret edince tur atarken bizim köşeye de uğrayıp ufaklıklardan birine atış yaptırıp şapka hediye etti.

Bir yandan çay-bisküvi sohbet ederek zaman geçirirken, hemen önümüzde Rasim Başak vardı, sahaya ısınmaya çıkacak eski takım arkadaşlarıyla konuşuyordu, sonra basın tribünü önünde bize yakın oturdu. Maç başlamadan önce reklam panosu arkasında oturan bizim sakat oyunculara onu da eklesek Engin-Kinsey-Rasim-Kaya-Vidmar güzel bir beş ortaya çıkabilirdi.

Sinan Erdem'deki anons işini de üstlenen Mustafa Özben saha içinde dolanıyordu, masaya gidiyor kağıtlarla hazırlanıyordu, salonu gözleriyle tarıyor,heyecanlı gibiydi. Sonra Aydın hoca koridordan çıkıp bizim önümüzdeki alanda gözükünce Mustafa'da ceketini ilikleyerek yanına geldi, hocam saygılar diyerek elini sıkıp kısa bir şeyler söyleyiverdi, hoca da başarılar dilerim gibisinden cevaplayıp kafasını sallayarak birşeyler söyledi.

Bizim oyuncular tek tük içeri dökülüp şut falan atıyordu, tribünden atışlara ooo diye tempo tutanlar vardı, Ömer Onan bir ara bizim taraftaki locaya göz atıverdi, eşiyle çocukları gelmiş mi diye kontrol etti.

Zaman ilerledikçe yan taraftaki taraftar tribününde koltuksuz kısmın bomboş tutulması garip duruyordu, oranın üstünde birikip sıkışmaktaydılar. Güvenlik birimleri rakip taraftar için yer ayrılmış olsun usulünü mü uygulamaktaydılar çözemedim, bir karar yetki koordinasyonsuzluğu yaşanıyordu herhalde.

Zalgirisliler ısınmaya toplu halde çıktıklarında maraton altın kendi bench arkasına denk gelen yerlerinde 7-8 Litvanyalı yeşil beyaz atkılarıyla ayaklanıp kendilerini gösteriverdiler, maçı da bizim taraftarlarımızla içiçe sıkıntısız izlediler.

Kaan Kural televizyon yayına yorum için gidiverdi, İbrahim Kutluay ise assolistler en son çıkar der gibi henüz oraya hareketlenmemişti, bize yakın köşede saha içindeki ısınmaları takip ediyordu, yayına yorum için gidip gelirken bir sürü ufak çocuk ondan formasına imza alabilmek için maraton alt tribünde yanlarına çağırınca, sırayla hepsine imza verdi.

Takımlar resmi ısınma periyodu için tekrar sahaya çıkacakları zaman bizim oyuncular koridor çıkışında tam altımızda birikiverdiler, oraya doğru ayaklanıp haydi beyler diye alkışlayıverdik.

Isınmalarda açma germe hareketlerini ilginç bir şekilde en genç oyuncumuz Erbil ortada durarak yaptırıyordu. İçlerinde tanıyamadığımız birisi vardı ki bu kadar eksik olunca Kerem Hotiç'te kadroya girmiş. Bizim önümüzde FB tv'ye röportaj veren Mrsiç'e tezahüratlar yapılınca yukarıya bakıp selam verdi.

Pota arkasından Ömer Onan'dan başlayarak oyunculara sırayla tezahüratlar geliverdi. Salondaki kalabalık artmıştı, bizim yanımızdaki koltukların sahipleri iki genç kızda geldi, yanımızda zaman öldüren arkadaşlar da yerlerine geçiverdiler, ama ufaklıklar en öndeki yerlerini sevmişlerdi, onlar maçı oradan heyecanla takip ettiler.

Maçın başlamasına az bir süre kala kulüp güvenlik sorumluları pota arkasına gidip, koltuksuz alana taraftarların girmesi için işaretler yapmaya başladı, herhalde orada kalabalık artıp, merdivenlere koridora taşmıştı, izin verilmesiyle birlikte bir anda biriktikleri yerden parmaklıklar üzerinden atlayarak o koltuksuz alanı otuz saniye içinde sıkı bir şekilde dolduruverdiler. İdareciler yarım saat boyunca orayı boş tutup, milletin neden üstte sıkışmasına göz yumdu anlayamadım.

Anonscunun ...hoşgeldiniz bir zafer daha yaşamaya hazır mıyız gazlamalarından sonra hakemleri ve rakip oyuncuları anons ediverdi. Sıra bizimkilere gelince, biraz duraklama oldu, salon ışıklarının kapatılması beklendi. Alkışlarla başlayan anonslarda oyuncunun hem adını hem soyadını kendi tarzında coşkuyla uzatarak söyleyince, taraftarlara iş kalmadı, halbuki geçen hafta valencia maçında eski anonscu ile taraftar paslaşmıştı.

Amigo Yücel'in de pota arkasında sete çıkmasıyla eller eller havaya sesleri yükseldi, bütün salon denilerek herkesin katılması talebiyle bir iki üç diye girilerek milyonlarca taraftarın yanyana... tezahüratı giriliverdi. Bunun bitimiyle hemen omuzomuza için hazırlığa giriştiler, ondan geri sayımla ayağa kalkarak yada oturduğumuz yerden iştirakle maça giriş yaptık.

Maçın başlarında takım ve taraftar üzerindeki rehavet hissediliyordu, skor olarak çok çabuk geriye düşüverdik, uzun bir süre uykudan uyanılmayınca Mirsad modafinil maddesine başvurmak gerekti. Rehavet ile uyku hali gözüken takım-salon vakalarında "Mirsad modafinil" ilacı hızlı bir reaksiyon vererek herkesi uyanık tutuveriyor.

Zaten Mirsad maç başlarken kısa bir süreliğine koridordan çıktığını görünce nereye tuvalete mi gidiyorsun diye seslendim, dönünce tribünde bench arkasında yerini almış olan Aydın hocanın önünde ısınma hareketlerine devam etti, demirlere dayanarak germe yapıyordu, sahaya girmek için sabırsızdı.

Litvanyalılar şutör genlerine sahip olduğundan boş bırakmaya gelmiyordu, molalar değişiklikler falan derken nihayet biraz toparlayarak seri basketlerle farkı eritip periyodu önde kapattık.

Taraftar tribünündekiler ayağa ayağa numaralı ayağa diye vip tarafı üstlere tezahürat için işaret yapıyordu ama periyot sonundaki coşkuyla bunu bütün salon diye algılayan herkes ayaklanmıştı, pota arkası numaralı üste doğru karşılıklı Fenerbahçem benim biricik sevgilim yaparken bütün salon karşılık veriyordu, güzel oldu, sonra maraton tarafa dönerek yaparlarken maç başladı.

Bu maç maraton altın ortalarında ayakta biriken bir kalabalık grup olmadı, FBD'lilerden salonda olanlar oturarak izliyordu, karşı pota arkası altına maç başladıktan kısa bir süre sonra 50 kişilik bir grup yerleşivermişti, eski tribüncülerden bazısı oradaydı.

Geride girdiğimiz bir mola da sessizlik esnasında amigo Yücel etrafındakilere nutuk çekerek onlardan alkış topluyordu, sesi rahatlıkla bize kadar geliyordu. Herkesin ellerini havaya kaldırtarak girdikleri bizler inandık sizde inanın bizim için bu maçı alın tezahüratı bütün salonu kaplayarak oyuncular sahaya adım atıverdiler.

Maça gelen ufaklıkların ortamın büyüsüne kapılıp sordukları ilginç soruları cevaplıyorduk, masadakiler neden ışıklı bir numara kaldırıyorlar diyerek orada gösterilen faul uyarılarını soruyorlardı, maç şimdi kaç kaç oldu dediklerinde skorbordta ki bir sürü sayı içinden hangisine bakacaklarını da öğrettik.

Yan tarafımız aile tribünü olduğundan da birçok formalı ufaklık vardı, keza salonun heryerinde de öyle. Açıkçası böyle ufak yaştan maça gelip, bu güzel ortamda eğlenerek merakla herşeyi soran çocukların ileride nasıl bilinçli taraftar olabileceklerini düşünmek bizlerde çok büyük iyimserlik doğuruyor.

İkinci periyotta biraz farkla öne geçtikten sonra yapılan hatalarla farkın erimesine kızan koç oyun devam ederken sık sık arkasını dönerek kenarda oturan oyunculara sahadakilerin hatalarını anlatıyordu.

Kenarda oturan Saras sahadakilere sürekli seslenip duruyordu, aynı şekilde Tarence oturduğu yerde duramıyor aynı Valencia maçında olduğu gibi reklam panolarına vurarak gürültü yapmaya uğraşıyordu. Cenk Renda oyundan sıkıntılı bir halde sürekli sağa sola gidiyor, sakalını koparırcasına çenesini sıkıyor, yüzünü ekşitiyordu.

Devrenin sonunda beraberlikle soyunma odasına giden oyunculara yönelerek alkışlarla haydi beyler ikinci yarı alacağız maçı diye sesleniyorduk. Ama 41 sayı yemiştik, eksikler yüzünden istediğimiz düzeyde savunmayı oturtamadık, takım oyuna iyi giremezken taraftar da bu maça rahat alırız kolay maç düşüncesiyle gelmişti ki bu rehavet ilk devre boyu bizi sıkıntıya düşürdü.

Devre arasında salonda potaya basket atma yarışmaları düzenlendi, bu arada lavaboya git-gel yaptım ki koridorlar felaket sigara dumanı olmuştu, her ne kadar çıkış kapıları açılarak sigara içecek olanlar bu soğukta dışarıda kalan alana çıkıyorlarsa da, oradan içeri sızan duman koridora,koridordan salon içine yöneliyordu, dış kapı önleri tıklım tıklım doluydu.

İkinci devre cılız Fenerbahçe sen çok yaşa sesleri eşliğinde başlayıverdi. Uyku halinin devam ettiği salonun toparlanıp maçın içine girmesi biraz da anonsların ısrarcılığıyla oluverdi, şimdi ıslıklıyoruz bu hücum çok önemli haydi sayı yemiyoruz vb. gazlamalar sık sık tekrar etti, salondakiler bu teşvikler üzerine uğultu koparmaya başlarken, takımın periyot sonuna doğru sayılarla ortamı coşturmasıyla öne geçebildik, yoksa salondaki onküsürbin kişinin takımı falan coşturacağı yoktu.

Faul atışlarında felaket yüzdemiz herkesten tepki alıyordu, her ne kadar bizim atışlarda sessizlik olduysa da 2de2 yaptığımız çok nadirken, onların atışları bütün gürültüye rağmen isabetli oluyordu. Bir gün önce Meral'in Caferağa'da en sağlam tezahürat anlarından birinde iki atışı da isabetliyken, erkekler sessiz ortamda boş atıyordu. Bugün de kimi yerlerden şşşt sessiz olun falan gibi taraftar tribününe dönüp akıl öğretenler yok değildi, onlar da önceki maçlara göre buna gayet hızlı uyuverdi ama artık sessiz atış talepçilerinin anlaması lazım ki bu iş sessiz ortamla falan değil bence oyuncunun beyninde-elinde olan beceriyle ilgili bir durum.

Yanımda oturan iki genç kıza sinir oluverdim, yaşları 18-20 civarı falandı, maç boyu sanki cafedeymiş gibi dırdır konuşup, tırnaklarındaki ojelerinden bile bahsediyorlardı, sürekli telefonla mesajlaşmalarla zaman geçiriyorlardı. Ufacık daha sekiz yaşında, ilk defa maça gelmiş, babası beşiktaşlı olduğundan bu maçlık Fenerbahçeli oldum diyen çocuk dahi onlardan daha fazla maçın içindeydi. Bir periyot boyunca bizi izledikten sonra nasıl davranacağını kavramış, anonscu haydi ıslık dedikçe demir parmaklıkların oradan kafasını sokup yuhlayıp duruyordu.
Böyle ilginç tiplerle dolu bir salonda nasıl bir ortam olabilirdi, taraftar tribünü bugün daha az kişiydiler, özellikle yukarıdan besteleri giren diğer gruplar parça parça az kişi olunca bir araya toplanmışlardı. Ne yaparlarsa yapsınlar salondakilerin tezahüratlara eşlik etmesi için takımın da iyi oynaması gerekiyordu.

Son periyot haydi Fener haydi... bizim için saldır Kanarya gibi bilindik tezahüratlar seçilerek devam ediyorlardı, neyseki Mirsad ve Marko'nun elinden üstüste üçlükler geliverdi de, öne geçmenin coşkusuyla herkes ayaklanıverdi.

Bu defa da tam bütün salon ayaklanmış molaya gelen takımı çılgınca alkışlıyor ve laylalayla... Feeenerbahçeee diye zıplayarak tezahürata giriyorken, birdenbire skorboardlarda yüksek sesle önceki maçlarda ki sayılardan oluşan yayın görüntüleriyle hazırlanmış bantlar dönmeye başladı. Bu nasıl bir kafadır kim bu işleri idare ediyor anlamadım, tam herkes coşmuş hoplayıp zıplayacakken bangır bangır sesle ekranda dönen valencia maçı görüntüleri bu coşkuyu bastırıverdi, ekranı izlemek zorunda kaldık.

Mustafa Özben'in salonu maçın içinde tutan anonsları kesilmedi, bu arada ben maç konsantrasyonumdan dolayı hiç farketmedim ama digital ekranlarda ıslık yazıları döndüğünü de maçtan sonra söylediklerinde duydum. Bu hücumda sayı yemiyoruz, susmak yok haydi ıslık gazları eşliğinde susacak olan varsa da bir ses çıkartası geliyordu, savunmada biraz daha sağlam tutunmaktaydık, hakemlerin verdiği kararlara da ayaklanıp iyi tepkiler veriliyordu, rakip koç pesiç kadar olmasa da zaman zaman saha içine dalıyordu.

Fark bir ara tekrar azalır gibi oldu, beş sayıya düştü, kritik bir hale varabilecekken; pota arkası üstten herkesin söyleyebileceği ..saldırsanaaa Kanarya, bizim için Zalgirise koysana gibi bir tezahürat yükseliyorken, salona baktım, maraton alt-üst, numaralı alt-üst, karşı pota arkası, onbinlerce kişiden hiç bir yerden tezahürat eden yoktu, sadece taraftar tribünündekilerin sesi çıkıyordu, onlarda haliyle yorulmuştu.

Biraz sonra bir üçlük daha gelince bütün salon ayaklanmış coşuyordu, bu takım salonu coşturuyor vaziyetleri canımı sıkmaya başladı, her bir olumsuzlukta taraftar tribünündekileri eleştirmek en kolayı oluyor.

Maçın son dakikasına doğru inandık size bu sene, görmek isteriz şampiyonluklar içinde... tezahüratı ardından bir pınarbaşı dalgası salonda dönüverdi,bunun üstüne son dakika içinde bütün tribünlerde sarı-lacivert-şampiyon-Fener sesleri yankılanarak maç alkışlarla tamamlanıverdi.

Oyuncular tribünlere dönerek alkış tutarak soyunma odası yolunu tutunca, çıkış koridoruna doğru yüklenerek hepsini alkışlayıverdik. Anonscunun değişimiyle bu sezon Caferağa'da başlayan maç sonu taraftara karşı mikrofonla konuşma geleneği buraya da yansıtıldı.

Mirsad euroleague kariyerindeki 50. double double için Mustafa Özben tarafından tebrik edilip duyguları sorulunca, bu konuyu esgeçip bu akşam buraya gelen başarımızda payı olan taraftarımıza teşekkür ediyorum minvalinde kısa bir konuşma yaptı, konuşma teşekkür lafı duyulduğu iki seferde de alkışlarla kesildi. Salondan belli bir kitle hızla çıkıvermişti ama kalanlar önünde bu geleneğin sürdürülmesi güzel olacaktır.

Taraftar tribününe doğru çağırılan Mirsad yaklaşarak ooo efektleri eşliğinde yumruk şov yapıverdi, iki yumruk ardından son yumruk kalbe ve öpücük olarak selamla bitti. Sahada tv röportajı için kalan birkaç oyuncumuzu daha bu arada alkışlarla uğurlamıştık, Mirsad da çıkarken ona bravolar çekerek soyunma odasına yolcu ettikten sonra bizde salon çıkışına yöneldik.

Arkadaşın ufak yeğenleri ortamdan keyif almış olsa gerekki bundan sonraki maçlara da gelmek istiyoruz diyorlardı. Otoparkta gene tıkanma olsa da bu defa araca bindikten sonra 15 dakikadan az sürede anayola çıkabildik, biz evimize, takım da final four yolculuğuna devam etti.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder